Mustafa Kemal'in Ankara'ya girişi bir cumartesi gününe rastlar. Mevsim kış başlangıcıydı. Hatta dağlara, Dikmen tepelerine kar yağmıştı. Fakat 27 aralık günü hava günlük güneşlik oldu. Ali Fuat Paşa, Yahya Galip Bey gibi önde gelenler Sıvas kafilesini daha Gölbaşı'nda karşıladılar. Dikmen sırtlarından Ankara'nın ilk ve en güzel göründüğü yerde yolcular otomobillerden inerek bir müddet Ankara'yı seyrettiler. Bu hava içinde Mustafa Kemal'in, ilerde kendisinin hem iktidar merkezi, hem son durağı olacak ve o güne kadar kendisinin bile adını arasıra duyduğu bu şehir için neler düşündüğünü tahmin etmek güçtür.
Dikmen'den Kızılyokuş eteklerine doğru harekete geçildi. İ lk karşılayıcı safları, şimdiki Harb Okulu'nun bulunduğu yerlerden, Kızılyokuş eteklerinden başlıyordu. Oradan şehirdeki Hükümet Konağı'na kadar dalgalı, zikzaklı bir gösteri başladı.
Dağlar gene ezanlar, salat ve selam sesleriyle inliyordu. Seymenlerin davul, zurna ekiplerinde çalanlar, bu işlerin ustası olan Kızılırmak vadisi Kızılbaşlarından seçilmişlerdi. Bu gibi günlerin törenlerini, adetlerini, jestlerini ancak onlar bilirlermiş. Yalın palalı, pehlivan yapılı seymen saflarının önünde yalın kılıçları, meşin önlükleri, omuzlarında baltalarıyle iki seymen baltacısı yer almıştı. En öndeki bayraktarın bir elinde sancak, bir elinde kılıç vardı. Ve boynuna Kur'an-ı Kerim'i asmıştı. Dev gibi bir adamdı. Sancak egemenliği, kılıç savaşı ve Kur'an, nizam ve kanunu temsil etse gerekti. Baltacıların meşin önlükleri İş'in, Emek'in gururu ve işaretiydi. Baltalar disiplinin simgesi olmalıydı. Fakat en dokunaklısı küçük ve çocuk seymenlerin, bütün seymen ve halk saflarının önünde oluşuydu. Hem egemenliği, hem savaşı, hem nizamı, yarın onlar sürdüreceklerdi. Ağabeyler, babalar ve dedeler, gerçi onlardan önce gelmişlerdi ama, yarın bu çocukların peşinde gideceklerdi. Mustafa Kemal, hemen her kafilenin önünde durdu. Hepsine söyleyecek sözler buldu. Bir elinde bastonu, başında boz bir kalpak ve sırtında boz renkli kemerli bir spor pardösüyle hem sadeliği ve alçak gönüllüğü, hem üstünlüğü kendinde toplamıştı. Daha arkalardan, onu Ankara'ya getiren, artık safdışı bir Benz otomobil geliyordu.
Dikmen sırtlarından şehirdeki hükümet binasına inen yolun sağ yanına dizilmiş karşılayıcı safları, şimdiki ·Opera binası köşesinden İstasyon'a doğru kıvrılıyordu. Bu noktada Ankara'nın din adamları sıralanmıştı. Başlarında Müftü Rifat Efendi vardı. Bu Müftü ona, Ankara'daki çalışmalarında, daima vefalı bir arkadaş oldu. Sonra yola devam edildi. İstasyon meydanı geçilirken, orada bir kenarda, iri bir ata binmiş bir yabancının, arkasında adamlarıyle bu gelen yolcuyu ve onu bağrına basanları karşıdan, düşüncelerle gözlediği görülüyordu. Bu atlı, Ankara'daki İngiliz kumandanıydı. Mustafa Kemal ona şöylece ve hiç umursamadan bir göz attı ve yoluna devam etti. Şehir Bahçesi önünden şimdiki Ulus Meydanı'na çıkarken de onu, Şehir Bahçesi'nin duvarları üstünden Fransız askerleri seyrettiler. Onlara belki bakmadı bile. Az sonra, şimdiki Vilayet binasında, vali salonunda bulunuyordu. O yerden ve o dakikadan başlayarak, Mustafa Kemal artık Ankara'daydı mücadelesinin ve Milli Mücadele'nin hakiki merkezi Ankara oldu. Bu mücadele artık bir Merkez ve bir Şef buluyordu …
Mustafa Kemal Ankara'ya üç otomobillik bir kafile halinde geldi. Yanındaki Temsil Heyeti üyeleri hep kendi arkadaşlarıydı. Sıvas Kongresi'nin vilayet, sancak ve kazalarını temsil eden sivil delegelerinden kafilede kimse yoktu. Halkın temsilcileri ancak ve daha ilerde, yani Ankara'da Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman bu Mecliste yerlerini alacaklardı. Şimdilik hareket «temelden çatıya değil, çatıdan temele» gelişmekteydi. Parantez içindeki bu sözler, Mustafa Kemal'indir. Kafile Ankara Vilayet Konağı'na gelip törenler ve «Hoş geldiniz» ziyaretleri bitince Mustafa Kemal, Hükümet karşısındaki Kolordu Karargahında Ali Fuat Paşa ve Kurmay Halis Beylerle askeri durum üstünde bir konuşma yaptı. Sonra onu misafir edilecekleri yere, Keçiören yolu üzerindeki Ziraat Mektebi'ne (şimdi Meteoroloji Enstitüsü) götürdüler. Bu bina o zaman, bir tepe üzerinde iki katlı, her katında orta koridor ve odalar bulunan bir binaydı. Şimdi bir kat ilave edilmiştir. Ve iyi olmadı. Ankara'da 1882'den beri çıkan küçük vilayet gazetesi, Mustafa Kemal'in Ankara'ya gelişini, 29 aralık 1919 da 2209 numaralı sayısında «Müdafaa-i Hukuk Heyeti Temsiliyesi» başlığı altında ağdalı, fakat heyecanlı bir Osmanlıca ile anlatır. Hemen bütün gazeteyi dolduran bu uzun yazı, olayın hikayesiyle, Namık Kemal'in Vatan kasidesinden, yahut Tevfik Fikret'ten seçilmiş parçalarla doludur.
«Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, var ol!» Sonra gene Ankara gazetesi şu satırlarla devam eder: «Bu gündüzü yaratan güneşin fecri Erzurum'da doğmuş, Sıvas'ta incila ederek (parlayarak) milleti aydınlattı. Her yer o hakvkat güneşine kalbini, ruhunu açtı. Türklük alemi baştanbaşa tek bir nur kütlesi kesildi … »
27 aralık 1919 akşamı, güneş ufka inerken, yeni karargahında Mustafa Kemal artık bir Ankaralıydı. Ve hemen çalışmaya başladı …
(TEK ADAM – ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR)