Uygur Destanları

Uygur Destanları’da ana unsurlar olarak “mavi ışık”, “kurt” ve “anayurt”’u öner çıkarırlar

Uygur Destanları

Öteki Türk destanlarında olduğu gibi Uygur Destanları da ana unsurlar olarak “mavi ışık”, “kurt” ve “anayurt”’u öner çıkarırlar. Bu destanlar, bir karış toprağını, bir tek taşını feda etmemek gerektiği hususunda bir uyarı niteliği taşırlar.

Uygur Destanları

“Dokuz Oğuz-On Uygur” Türklerinin iki destanı vardır. Birinci destan Uygurların türeyişi ile ilgilidir ve bu, onların bir kurttan türediklerini anlatır. İkincisi “Göç Destanı”dır. Uygurların Ötüken’den Tarım havzasına niçin göç etmek zorunda kaldıklarını anlatır. Birinci destan Çin kaynaklarında, ikinci destan ise hem Çin hem İran kaynaklarında yeralmakta ve birbirlerini tamamlamaktadır. İkinci destanın bir özelliği de hakanların kötü idaresi ve millî birliğin bozulması halinde yurdun nasıl yitirildiğini vurgulamasıdır.

Uygurların Türeyiş Destanı

Eski Hun yabgularından birinin çok güzel iki kızı vardı. O kadar güzel idiler ki Gök Tanrı bunları insanlarla değil, ancak tanrılarla evlenmek için yaratmış olabilirdi. Kızların babaları olan yabgu böyle düşünüyordu. Onun için kızlarını insanlardan uzak tutmak, Tanrı’ya vermek istedi. Bu maksatla ülkenin kuzeyinde bir yerde yüksek bir kule yaptırdı ve iki kızını buraya kapattı. Bundan sonra, gece gündüz, kızları ile evlenmesi için Göktanrı’ya yakarmaya başladı.

Kızlar, kulede hayatlarını sürdürürken, çehrede ihtiyar bir bozkurt dolaşmaya başladı. Bu kurt başını kuleye çeviriyor, korkunç bir şekilde uluyor, uluyordu. Sonra, kendisine kulenin dibinde bir in yaptı. Kuleyi gözetlemeye, ulumaya devam etti.

Kız kardeşlerden küçüğü, bu bozkurtun, kurt görünümüne bürünmüş Göktanrı’dar başkası olamayacağını söyledi ve ablasını aşağı inmeye razı etti. İki kız aşağıya indiler…
Dünya güzeli iki kızın kurtla birleşmelerinden Dokuz Oğuz-On Uygur çocukları doğdu. Bu çocukların sesi bozkurt sesine benziyordu. Nara attıkları ve şarkı söyledikleri zaman kurt gibi ses çıkarıyorlardı. Dokuz Oğuz-On Uygurların ataları işte bu çocuklardı.

Uygur Destanları – Göç Destanı

Uygur ilinde Hulin adında bir dağ vardı. Tuğla ve Selenga adlı iki ırmak bu dağdan çıkardı. Bir gece, bu iki ırmak arasındaki bir ağacın üzerine gökten mavi bir ışık indi. İki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle, merakla takip etti: Ağacın gövdesi gittikçe kabarıyor, şişiyor, içinden güzel müzik sesleri geliyordu. Kutsal ışık geceleri ağacın gövdesini aylarca aydınlattı. Nihayet dokuz ay kadar bir zaman geçti, ağacın gövdesi kendiliğinden yarıldı ve içinden beş çocuk çıktı. Ülke halkı bu çocukları alıp büyüttüler. En küçüklerinin adı Buka Tigin idi. Buka Tigin büyüyünce kağan oldu ve herkesi hükmü altına aldı.

Otuz göbekten fazla bir zaman geçtikten sonra bu defa Yulun Tigin kağan oldu. Çinlilerle birçok savaş yaptı. Sonra bu savaşlara bir son vermek için oğlu Gali Tigin’i Çin hükümdar ailesinden Kiyu-Liyen adlı bir prensesle evlendirmeye karar verdi.

Bu prenses sarayını “Hatun Dağı”nda kurdu. Oralarda bundan başka Tanrı Dağ ile, bu dağın güneyinde Kutlu Dağ denilen, dağ biçiminde büyük bir kaya vardı.

Çin elçileri bakıcılarla birlikte Hatun Dağı’na geldiler. Bunlar araştırmalarını yaptıktan sonra kendi aralarında şöyle konuştular:
Hatun Dağı’nın, Uygur ülkesinin, mutluluğu bu kayaya bağlıdır. Bu devleti yok etmek için bu kutlu kayayı yok etmeliyiz.” Kutlu Kaya, yurt bütünlüğünün simgesi olan Kutlu “Yada Taşı” idi.

Çin elçileri Uygur kağanından güzel prenseslerine karşılık bu kayanın kendilerine verilmesini istediler. Tigin buna razı oldu. Türk ülkesinin, Türk milletinin bütünlüğü için bir simge olan bu kutlu taşı Çinlilere vermekte bir sakınca görmedi.

Fakat kaya yerinden oynatılamayacak kadar büyük ve ağırdı. Çinliler, kayanın çevresine odun yığarak ateşe verdiler, iyice kızdırdıktan sonra üzerine keskin sirke döküp parçaladılar. Sonra o parçaları, bir tanesini bile bırakmadan, arabalara doldurup kendi ülkelerine götürdüler. Bu, çok büyük bir olaydı. Her yana hüzün çöktü. Yurttaki bütün kuşlar, hayvanlar, bu kayanın gidişine kendi dillerince ağladılar.

Bu olaydan yedi gün sonra Tigin öldü. Bundan sonra da felaketler birbirini kovaladı. Halk rahat yüzü görmüyordu. Irmaklar, göller kurumuş, susuzluktan çatlayan topraklar ürün vermez olmuştu. Yulun Tigin’den sonra tahta çıkanların hiçbiri uzun yaşamadı. Bunun üzerine hükümdarlar başkentlerini Hoçu’ya göçürmeye karar verdiler ve oradan Beş-Balık’a kadar olan yerleri hâkimiyetleri altına aldılar.

Uygur Destanları

Yukarıdaki bölüm destanın Çin kaynaklarındaki şeklidir. İran kaynaklarında fazla ve farklı olarak şunlar anlatılıyor:

…Beş çocuğun büyükten küçüğe doğru adları şöyle idi: Sungur Tigin, Kutur Tigin, Tükel Tigin, Ur Tigin ve Buğu Tigin. En güzeli, en akıllısı ve beceriklisi Buğu Tigin idi. Onu kağan seçtiler.

Tanrı ona üç karga vermişti. Bu kargalar bütün ülkede olup biteni haber verirlerdi. Bir gece Buğu Kağan uyurken penceresinden odaya bir kız girdi. Buğu Kağan korktu ama ses çıkarmadı. Bu kız ikinci gece ve üçüncü gece tekrar geldi. Bunun üzerine kağan rüyasını vezirine anlattı ve vezir de ona kızla görüşmesini, konuşmasını tavsiye etti. Buğu Kağan, rüyada gelen o kızla, her gece Ak Dağ’a giderek gezmeye başladı.

Günlerden sonra Buğu Kağan’ın rüyasında bu defa ak sakallı, ak âsalı bir ihtiyar girdi. Ona fıstık şeklinde ve büyüklüğünde bir yüzük taşı vererek dedi ki: “Bu taşı sakladığın müddetçe dünyanın dört tarafına hâkim olacaksın.

Aradan zaman geçti. Buğu Kağan’ın çocuklarından biri kağan oldu. Onun zamanında yurdun bütün hayvanları, canlı cansız bütün varlıkları, dile gelip derin bir üzüntüyle “Göç! Göç” diye bağırmaya başladılar. Bunu İlâhî bir işaret, bir emir sayan Uygurlar da, yurtlarını bırakıp yollara düştüler. Fakat nereye gitseler, nerede dursalar “Göç! Göç!” sesleri kesilmiyordu. Göçe devam ettiler. Nihayet, Beş-Balık’ın bulunduğu yere geldikleri zaman sesler kesildi. Onlar da “Demek, yurt tutacak yer bu yermiş!” diye orada kaldılar. Bulundukları yere beş mahalle yaptılar. Mahalleler büyüdü, şehir oldu ve şehrin adını Beş-Balık koydular.

What do you think?

Osmanlıda Ramazan Bayramı

Göktürk Destanları